25 Ağustos 2011 Perşembe

Robot mu olsam.

Oyyy daraldım gene, şiştim patladım patlayacağım. Bu nedir arkadaş herşey üstüme üstüme geliyor, ters yönemi gidiyorum anlamadım ki. Salon kadınlığımı bozduracaklar bana. Allah ne verdiyse artık. Sabır sabır, altan al-altan al, idare et-idare et bende insanım artık dimi ama, etten kemikten yaratılmışım. Robot olsaydım keşke. At programı ohhhh. 

Robot olsaydım; sinirim, göz yaşım, baş ağrım, mide kramplarım, asabiyetim, elimin ayağımın titremesi, kalbimin bir yere yetişecekmiş gibi çarpması olmazdı. Boğazıma yumruk gibi bir düğüm düğümlenmezdi ve ben o düğümü yutmak zorunda kalmazdım. Yükle programı geç köşeye. Bir sorunmu var, değiştir programı geç köşeye.

Ben bunu bir düşüneyim, teknoloji bu kadar gelişmişken faydalanmak gerekir. Bütün duygularımı aldırsam mesela. Bir şey beni sinir etmeye mi çalışıyor. "Olay algılanmadı, tanımlanamadı" diyip o anki işime devam edebilsem. Biri beni ağlatmak için uğraşıyor mu. "Gözyaşı programı tanımlanamıyor" diyip kaldığım yerden devam edebilsem. 

Yaşarken robot olabilir mi insan. Bu kadar güzel duyguyu tatmak dururken kim ister böyle olmayı. Acaba sadece iyi hisler içimizde var olsaydı daha mı iyi olurdu bilemedim.

Duygu olarak sadece sevgiyi, aşkı, romantizmi, iyiliği, fedekarlığı, özveriyi, arkadaşlığı, dostluğu ve bunun gibi güzel şeyleri programlasaydık. Birine fedakarlık yaptık diyelim, karşılığında memnuniyetsiz davrandı. Biz sinirlenmek yerine "iyi niyet programı devrede, sinirlenmek tanımlanamdı" desek. Birde şey olsa, bir programı yükledik ama öyle olduki o olay için program uygun düşmedi, daha önceden uyarılsak, bu programın sonucu bu olur diye. En uygun programı seçsek. 

Robot olmak daha bir zor geldi bana. İnsanlar sevindikleri zaman da ağlarlar. Düşünüyorumda bebeğiniz dünya ya gelirken acı çekiyorsunuz, sevinçten ağlamak istiyorsunuz "gözyaşı programı tanımlanamıyor".. "acı tanımlanamıyor".. İnsan heyecanlanınca, mutlu olunca da eli ayağı titrer. Mutlu olduğunuz bir an: "elin-ayağın titremesi tanımlanamıyor".. Çok sevdiğiniz, uzun zamandır da görmediğiniz bir arkadaşınızla buluşuyorsunuz: "mutluluk tanımlanıyor" ama o kadar, sarılmak, heyecanlanmak, ağlamak yok.

Ben duygularımı aldırmaktan vazgeçtim. Burada bunları yazmak çok iyi geldi. Ferahladım, kendime geldim. Sinirim de geçti. Olur böyle şeyler, kısacık yaşamımızda takmayalım ufak tefek şeyleri. Koskoca dünya da toz parçasıyız. Hayatın tadını çıkarmak varken, nimetlerinden faydalanmak dururken; o bunu dedi, sen şunu dedin, ben öyle dememiştim, sen yanlış anladın, keşke söyleseydim, neden öyle yapmadın, biz öylemi dedik, sen gitmedin mi, diğeri mi gidecekti, geç mi kaldın, erken mi geldin, neden ayarlamadın, yetişemedinmi, yalnış mı yaptın, ne bileyim, düşünemedim, kim dedi, o dedi, bu dedi di didiiiiii..... bu böyle uzayıp gider. Bu seslerde uzayda kaybolur. İşte bu kadar. O işler de yetişir, her şey de hallolur. :)))))))))

DÜNYA GEMİNİN LİMANA GELİP - GELMEDİĞİ İLE İLGİLENİR. KARŞILAŞTIĞI FIRTINALARLA DEĞİL.

Sinirsiz günlerimize...      

24 Ağustos 2011 Çarşamba

Annelik


Resim yazısı ekle

Oğlumu çok özledim. İki gündür anneannesinde kalıyor. Çalışan biri olarak mecburen annem bakıyor oğluma. Pazar günü ilk defa sinemaya götürdük. Arabalar filmine, pek mutlu oldu. Yanlız sanki kırk yıldır sinemaya gidiyormuş gibi rahattı. Biz önce tedirgin olduk karanlıktan filan rahatsız olurmu diye. Gayet rahat kuruldu koltuğuna aldı mısırını eline keyifle filmini izledi. Kahkahalar atarak ev rahatlığında hemde, bizim arada uyarmalarımızı dikkate almadan. "Kocaman televizyonmuş" diyede yorum yaptı. Filmden çıktıktan sonra annemlere gittik. Efe orada kalacağını anladı tabi mızırdanmaya başladı. "Yukarıya çıkmayalım annecim, arabada bekleyelim" dedi durdu. Yukarıya çıktığımızda orada kalacağını biliyor çünkü. Yolda uyudu fakat eve çıkarken uyandı. Hissetti tabi daha uyurmu, yatağına yatırdım ama uyumadı bir şey bahane ederek yanından ayrıldım. İçim parça pinçik olarak çıktım evden. Yaptığım çok yanlış biliyorum ama buna mecburum, söylesem kabul etmeyecek. Tabi biraz sonra bakmış ben yokum basmış yaygarayı. Annem "nerdeyse çağıracaktım sizi" dedi, o derece. Vantilatörle oynamayı çok seviyor annem hemen onu çıkarmış gecenin bir yarısı, saat yarım. Susmuş sonra. Anne olmak çok zor zanaatmış. Vicdanıma bir türlü anlatamıyorum bazı şeyleri, mantığım duruyor. Çalıştığım için suçluyorum kendimi oğluma ihanet ediyormuşum gibi geliyor. Aslında önemli olan çok vakit geçirmek değil, kaliteli vakit geçirmek. Bunuda yaptığıma inanıyorum. Oğlumla bir aradayken her şeyi yapıyoruz. Oynuyoruz, yemek yiyoruz, televizyon izliyoruz, bisiklete biniyoruz (tabi sadece o biniyor:)), müzik dinliyoruz, kitap okuyoruz,uyuyoruz, parka gidiyoruz, ev temizliyoruz, bulaşık yıkıyoruz, ütü yapıyoruz.... daha neler neler. Ama nasıl bir işse vicdanım genede rahat değil. Ben evde kaldığım zaman "annecim benimle mi kalıyorsun" diyor. "Annecim keşke hafta sonu bu kadar olsaydı" diyip beş parmağını da açıp bana gösteriyor. Evde iş yaptığım zaman biraz uzarsa iş güç saçmalığı "annecim yorulmuşsundur gel dinlen, otur biraz" diyor.  İşleri olduğu gibi bırakıp oğluma vakit ayırıyorm. Ben toz alırken bir bezde Efe alıyor, maksat beraber birşeyler yapmak, büyük keyif alıyor. Beraber olalımda ne olursa olsun mantığı. Evde bir kuyruğum var yani. Bizi birbirimize bağlan büyük, yüce bir kuyruk:). Ben nereye Efe oraya, peşimden ayrılmıyor. "Annecim ben de sana yardım edebilir miyim" diye dolanıyor:))) Bazen çok yorgun oluyorum biraz dinlenmek için odama gidiyorum. "Annecim neren ağrıyor, ben seni iyileştiririm diye bir başlıyor. İğne yapıyor, ilaç içiriyor (bazen acı ilaç veriyor-bazen tatlı ilaç), krem sürüyor, ateşimi ölçüyor, ateşim düşmüyor tekrar ilaç veriyor, herhalde ateşim düşmediği zaman acı ilaç veriyor daha etkili oluyor..." dinlenmek şurda dursun, sorularına cevap vermekten helak oluyorum. Bitip tükenmek bilmeyen enerjisine hayran kalıyorum. Nazarım değmesin diye de arada dualar okuyorum, maaşallah maaşallah diyorum:)) Kırkbinkere maaşallah oğluma.

Annelik; bir-iki saat uykuyla durabilmektir. Bebeğinin kaç damla sütle doyabildiğini bilmektir. Topuğundan kan alırken salya sümük ağlamaktır. Bütün hayvan taklitlerini en iyi yapandır.:)) Yavrusunun tırnaklarını keserken üşür mü diye tırnak makasını ısıtmaktır annelik. Uyuduğunda yanına alıp, yavrum uyanmasın diye yattığın gibi kalkmaktır annelik. Emerken ısırdığında ona kızdığını sanmasın diye ciğerinize çöken acıyı yutmaktır annelik. Kokusu sinmiş diye bütün gün elin burnunda dolaşmaktır annelik. Hayata komplekslerinden arınmış olarak gülümseyebilmektir annelik. Koşulsuz ve karşılıksız tek sevginin evlat sevgisi olduğunu fark etmektir annelik. Ve her gece tanrıya yavrumdan beş dakika fazla ömrüm olmasın diye yalvarmaktır.

 Sabırlı olmak dileğiyle..

18 Ağustos 2011 Perşembe

Havuz Keyfi

Ne güzel bir şey çocuk olmak, çocuk olupta doya doya dibine kadar yaşamak.. Her çocuk şanslı doğmuyor tabi. Bugün yine bir haberle bütün dengem bozuldu. Üvey anne dehşeti. Allahım hiç bir çocuğu annesiz, babasız bırakmasın. 8 yaşında bir çocuktan ne istendin, katlanamayacaktın neden evlendin? Haberin detayını burda yazmıyorum, kötü oluyorum çünkü..

Neyse güzel şeylerden bahsedelim de içimiz açılsın. Gün içinde yeterince geriliyoruz, sıkılıyoruz. Ona üzül, buna üzül, iş güç bünye kaldırmıyor vallahi.

Haziran'ın ikinci haftası şirketin düzenlediği tatil programına katıldık. Ben çok eğlendim grup olarak gidince daha bir güzel oluyor. Gittiğimiz otelde çok güzeldi. Orayıda Mega yaptık. 

Kendi ülkemizde rahat yok arkadaş. Bir grup Rus Turist geldi bir şeyler söylüyorlar. İlk başta ne olduğunu anlamadık, sonradan onların yerini aldığımızı ima ettiklerini anladık. Fakat havlu serilmemiş, eşya koyulmamış şezlong boş demektir. Onlar orayı sahiplenmişler daha önce orda oturmuşlar da yine aynı yere oturacaklarmış. Hasbinallah.. ama bunlar baya bir çirkefler, kavga etsen edecekler. Görevlide zor durumda kaldı. Biz diyoruz orada eşya yoktu, onlar oturmak için ısrar ediyorlar. Müdürü filan çağıracaklardı. Ya dedik arkadaş bırak yaa., bırak müdehale etme biz gideriz. Topladık pılımızı pırtımızı diğer tarafa geçtik. Büyüklük bizde kalsın, misafirperverliğimize gölge düşmesin diye uzatmadık. Havuzun, suyun, arkadaşlarla birlikte olmanın tadını çıkardık. Birazda o turistlere nispet yaparcasına eğlendik. Naberrrr moralimiz bozulmadı aksine çok eğleniyoruz der gibi eğlendik. Hem de çocuklar gibi dibine kadar havuz keyfini yaşadık. Ne fotograflar çekmiş arkadaşlar, ne geyikler döndü sonradan. Kızlarla havuz başındaki kahve keyfi süperdi, tadı damağımda kaldı vallahi. Güneş, havuz, tatil, arkadaşlar, kahve hepsi bir arada ne güzel duruyor diymi.

Otelde türk müşteri çok azdı. Bizim memleketimizin keyfini onlar çıkartıyor. Alman, İngiliz ve Rus turistler vardı. İlk gün otele giriş yaptık odalarımıza yerleşmeden kahvaltıya geçtik. Yan masada Rus bir aile kahvaltı yapıyor. Sosyal yönü çok gelişmiş olan oğlum hemen arkadaş edinmeye yan masaya gitti. Başladı konuşmaya "senin adın ne"? "senin adın ne?" "neden konuşmuyorsun" bu sırada aile fertlerinden hiç bir tepki yok. Efe bu durumda çok bozuldu. Geçti bir köşeye kafasını aldı iki elinin arasına "neden benimle konuşmuyoylaaaay?" "neden beni tanımıyoylaaaaay"? ağıt yakıyor. Oğlum yapma etme, ee çocuk bir nevi haklı. Anlat anlatabilirsen yabanci dilim iyi olsada gitsem derdimi anlatsam. "Benim oğlan sizin çocuklar la oyun oynamak istiyor", ama nerde. Efe'ye onların yabancı dil konuştuklarını anlatmak yabancı dil bilmemekten daha zor. Salya sümük biz oradan odamıza gitmek üzere ayrıldık.

Tatil boyunca çocuk havuzunun kenarında vakit geçirdim valla. Beni arayan çocuk havuzunun başında buluyordu. Tabi oğlum yine kendine çevre edinmeye çalışıyor. Erkeklik iç güdülerinden yola çıkarak belki bir kız arkadaş ayarlamaya çalışıyor.:) Ama yok oğlumu duyan yoookk. "Annecim neden benimle konuşmuyoylay, neden beni tanımıyoylay" der durur. Çocuğum kendini ifade edebilmek için helak oldu. Bu tatil yerinde arkadaş bulmak ne zormuş. Kimse anlamıyor oğlumu. Arada bir çocukların iyice yanına yaklaşıyor, eğiliyor "sen beni duymuyomusun" diyor. Hay allahım tam bir komediydi, ben uzaktan izliyorum, gülermisin ağlarmısın. Arada açıklama yapmaya çalışıyorum. "Oğlum onlar rus bizim dilimizi anlamıyorlar" diyorum. "Yus ne demek annecim", "onların dili kıymızımı". :)))))))))))))))))) Alemsin Efe'cim. Ankara'ya geldiğimizde anlamsız anlamsız cümleler kurup "annecim yuslay böyle diyodu" diye bana anlatıyor. Nasıl bir etkisinde kaldıysa. Çok bozuldu çoookkk.... Eminim en kısa zamanda yabancı dillerin hepsini öğrenecek, bu olay çok dokundu.

Yakında hayırlısıyla okula başlayacak. O zaman öğrenir kuzummm.

Şans hep bizimle olsun. 

    

17 Ağustos 2011 Çarşamba

Yandı yine yürekler..



Canım çok sıkıldı, haber okumaktan nefret ediyorum. Nedir bu anlamıyorum ki. Bir insanın bir insanı öldürmesi nasıl bir şeydir. Hangi psikolojiyle yaşıyorlar aklım, mantığım almıyor.

Benim de bir oğlum var. Allah sağlık verirse ben de oğlumu askere göndereceğim. Bir insan evladı nasıl zor büyüyor, ne emekler veriliyor, ne fedakarlıklar yapılıyor. Yazık değilmi, kendimi o yüreği kan ağlayan anaların yerine koyamıyorum bile, düşüncesi bile ızdırap veriyor. Hüngür hüngür ağlamak istiyorum. Bütün suçları vatani görevlerini yapmak mı? Kaçtane ananın yüreği yanıyor şimdi, kaç eve ateş düştü. Tamam biz üzülüyoruz, kahrediyoruz ama iki gün sonra unutuyoruz diğerlerini unuttuğumuz gibi. Ama o analara, şehit çocuklarına yazık. Ömür boyu o acıyı yaşıyorlar. Rahmetli anneannemin bir lafı vardı evlat acısı için; "ateşin koru anada, çıngıları diğer yakınlarında".

Nereye gidecek bunun sonu. Tamam insan kendini korumak için öldürür, zor durumda kalır nefsi müdafadır. Ama durduk yere sen koy mayını patlat, erkeklikmidir bu. 

Yürek yanmadıkça göz yaşarmazmış. Yüreğim yanıyor şehit haberi duyduğum zaman, gözlerim doluyor. İzlemeye, dinlemeye, duymaya tahammül edemiyorum. Yokmu bir çözüm, haberlerde dinleyip, dinleyip tüh tüh, vah vah mı diyeceğiz. 

Hayvanlar doğanın kanunu, aç kalmamak için öldürüyorlar. Onların bile bir amacı var. Ya siz nesiniz hayvanlara hakaret olur hayvan dersem. Ne oldu şimdi her şey düzeldimi. Ölen gitti daha dönmez, fidanlar kurudu kaldı. Anaların, eşlerin, çocukların elleri yüreklerinde kaldı. Hayalleri, umutları da öldü...

Vatan sağolsun, bayrağımız dalgalansın. Tamam ama askerimiz de ölmesin. Her karışı kanla sulanmış bu topraklarda kan akmasın artık. Akan kan bu şekilde pisi pisine olmasın. Kardeş kardeşi öldürmesin, hiç bir ananın yüreği dağlanmasın, hiç bir çocuk babasız kalmasın.

"Ard arda dizildi ay yıldızlı bayraklara bürünmüş, hayatının baharında soldurulmuş, kefenlerine kan bulaştırılmış, cennet bekçileri; uğurlanıyor analarının feyatlarıyla mekanların en yücesine.
Hain pusularla söndürülen yaşamlara her geçen gün yenileri ekleniyor. Acımadan namertçe arkadan uzanıyor katillerin eli gencecik bedenlere. Kıydıkları canların hesabı bu dünyada sorulmasa bile, mahşerde yakalarına yapışacak koskoca bir millet var bu topraklar üzerinde". 

Allahım yakınlarına sabır versin, mekanları Cennet olsun. Daha ne diyeyim ki. Sözün bittiği yer.   

16 Ağustos 2011 Salı

Memilo ile 113 maceralarımız..

Kendimle başbaşa kaldığım zamandı. Ailemden uzak, yalnız. İlk defa uzak kalmıştım, evimden ayrıydım. İlk defa uykuya dalacaktım, yeni bir güne uyanacaktım. Kim bilir neler yaşayacaktım. Uçmayı yeni öğrenen bir kuş misali ayrılmıştım evimden. Kim olacaktı arkadaşım, kiminle konuşacaktım. Beni sevecekler miydi, ben onları anlayabilecek miydim. Nasıl geçecekti koskoca iki yıl, ben nasıl yaşayacaktım ailemden uzak. Kötü hissetiğimde, hasta olduğumda kim ilgilenecekti....

Memilo ile arkadaşlığımız teyyy 1997 yılında Aksaray'da başladı. İlk 113'e adım attığımda beni düşman bellemişlerdi. Çünkü oda da dört yatak var. Yataklaradan üçü dolu biri boş. Yemek yemek, oturmak... gibi durumlarada boş yatağı kullanıyorlar, ben gelince bütün düzen bozuldu. Yeni olduğum için odadan çıkarken dolabımı kilitlememden de rahatsız olmuşlar. Ayrıca korumayla geziyordum ona da gıcık olmuşlar. Memilo öyle diyordu. 

Gamze canım arkadaşım kendisi Adanalı, öğretmen evinde tanışmıştık. Devlet yurduna yedekte çıktığım için ilk zamanda yerleştirme olmadı. Gamze benden önce yerleşmişti. Devlet Yurduna yedek durumdayken girmem için yardımcı olmuştu. Misafir öğrenci olarak gittik birlikte. Gamze delikanlı kız yani konuşma, tavırlar tam bir adanalı. Yurtta oda oda geziyoruz, boş yatak varsa ben yerleşeceğim, sıra gelince de kayıt yaptıracağım. Ama tüm yataklar dolu. Ben ağlamaklı bir şekilde tüh filan yapıyorum. "Yaaa merak etme olmadı birlikte yatarız. Boş yatak bulana kadar" diye teselli ediyor. Veee.. 113 numaralı oda; iki yılımın dolu dolu geçtiği, hayatı öğrendiğim, en güzel arkadaşlıkları, dostlukları edindiğim, büyüdüğüm oda. Gamze kapıyı açtı ve, "Bu yatak boş mu? Boşsa arkadaş burda kalacak". Benden tık yok. Memilonun dediği kadar var yani korumam gibi dimi:))) Böylelikle 113 macerası başlamıştı.

Mebrule ile ilgili ilk aklıma gelen: bir gün mebrule nedenini hatırlamıyorum çok ağlamıştı. O kadar çok ağlamıştı ki yorgun düştü ve uyuya kaldı. Üstünü örtmek için yanına gittiğimde bir damla yaş kalmış yüzünde, göz çukurunda, içim bir kötü olmuştu ki o anı unutmuyorum. Aksine memilo çok eğlenceli biridir, çok ağlamaz belkide o yüzden çok etkilenmiştim. Sanki göz yaşı akmak istememiş ve O'nu teselli ederek uyumasını sağlamıştı. Sonra 2001 yılına memilo ile birlikte girmiştik. Annemlerden zorla izin koparmıştık ve Mersin'e gitmiştik. Ders programına hayrandım.:)) Aramızda kalsın... Birde hastane önünde kalışımız vardı öylece ne yapacağımızı bilmeden. En eğlencelileride Memilonun çaldığı mantarları ütü üzerinde pişirip afiyetle yemekti. Çalmak olmaz herhalde yetişmesinde büyük emeği var sonuçta:) Birayla saçlarının sarışım var birde. Komedi yurda bira soktuk iyimi. Ben memilonun saçlarını sararken sarhoş olmuştum kokusundan:)) Annesinin koli ile gönderdiği dolmaları afiyetle yerdik, hatta küflerini temizleyip yediğimiz bile oldu. Öğrenciye her şey mübahtır. Canım arkadaşım çok seviyorum memiloyu. Bir defasında da yurda giden son servisi kaçırmıştık. Emniyet görevlilerinden yardım istemiştik. Odada çiftetelli oynardık. Tuğba söylerdi, Tülay ranzanın kenarını darbuka yapardı. Ben de memiloyla karşılaaaaa diyerek başlardık döktürmeye. Ağaçlı tesislerinde ki elemanlar bizi tanır olmuştu. Sürekli patates kızartması yemeye giderdik. Ketçapları hep biz bitirirdik. Yurt müdürüne odada sigara içerken yakalanmıştık gecenin ikisinde. Kadın pijamalı pijamalı bizi odasına çağırmıştı. O gün çok korkmuştuk. Bizi ailelerimize şikayet edeceğini söylemişti. Bizim sınırımız yoktu. Ütü üzerinde sucuk pişirmiştik mesela. Melemen yaptık bir keresinde. Deli manyak kızlardık 113 olarak. Kaldığımı oda önceden ütü odası olarak kullanılıyormuş, oda yetmediği için ranza koymuşlar. Elektiriği de iptal etmişler. Bizim elimize böyle bir fırsat geçmiş dururmuyuz hemen değerlendirmek lazım. Elektirik bölümünde okuyan arkadaşı ikna ettik ve tekrar pirizi çalışır duruma getirdik. Memilonun teybi vardı. Ohhh her daim müziğimiz vardı yani. Tabi biz ona pille çalışıyor görüntüsü vermiştik, kablosunu örtüyorduk, dolabın arkasında kalıyordu. Bir keresinde çok kötü kavga etmiştik. Odanın kapısını kapattık dışarıdan kızlar sesleri duyunca merak etti geldiler. Ama bu bizim problemimiz deyip kapıyı açmadık. Kavgamıza bile dışarıdan müdehale ettirmezdik. Diyelim bir gezi düzenlenmiş veya bir eğlence bilet satıyolar, hemen gidip alıyorduk. Ortak düşüncemiz aman canım bir değişiklik olur gidelim tabi. Ayyy bak şimdi aklıma bir şey geldi çok komik.

Bizim bir alt sınıf yani çömezimiz Aysel vardı. Gece okulundaydı. Akşamları okuldan dönünce önce bizim odaya uğrardı. Sohbeti muhabbeti tatlıydı, çok takılırdık O'na. Çokta süslüydü. Bir gün Tülay sabah yüzünü yıkamaya gitti. Bir geldi "Kızlaar biri parfüm şişesini unutmuş, ben de aldım, çünkü vakko kokusu" bizim 113
olarak çok sevdiğimiz bir koku. Zaten şişenin dibinde kalmış biz her yere sıktık. Oda buram buram koktu. Akşam Aysel geldi okuldan. Kızlar yaa parfümü mü lavaboda unutmuşum, aptallar almışlar. Bu saydırıyo tabi. Bizde tık yok. Aaaa kim aldı acaba ne ayıp bozuntuya verirmiyiz. Oda da hala kokusu var. Şişeyi bitirmişiz. Bizde Aysel'le birlikte baya bir saydırmıştık:)) Hele bir de görevlinin Mebrule'yi telefon için anons etmesi tam bir komediydi. Merure derdi adam iki yıl boyunca öğrenemedi. Mebrule her telefona koşuşunda "hay dilini eşek arısı soksun" derdi.

Her günüm çok özeldi, eğlenceliydi. Şimdi hepimiz evlendik. Mebrulenin çok talı iki kızı var, memilo-1 ve memilo-2. Benim bir oğlum var. Tuğba'nın da bir oğlu var, Tekirdağ'da yaşıyor. Ama Tülay'dan haberimiz yok. Hayırsız çıktı Tülay. Okulun son zamanlarında kırgınlıklarımız oldu ve dahada toparlayamadık. Okul bittikten sonra hiç görmedim. İnşallah şu an iyidir O'nu çok özledim. Ben de emeği çoktur Tülay'ın. Ben çok hasta olurdum, nazımı Tülay çekti. Ataşlendiğimde ıslak havlu koyardı ve arada değiştirirdi. Kantine inemediğim zaman odaya çıkarırdı yemeğimi.

İyiki 113 numaralı odaya gitmişim. İyiki sizleri tanımışım. İyiki Gamze bana yardımcı olmuş. Sizin gibi dostlarım olduğu için çok mutluyum. Mebrulecim iyi ki varsın, canım arkadaşım.

Sevmekten korkmadığımız, söylemekten utanmadığımız, saygının değerli, düşüncenin önemli, umudun sonsuz olduğu yarınlarda mutlulukla geçireceğimiz bir ömür dileğiyle...

Dostluğumuza....      
   

12 Ağustos 2011 Cuma

Hayata Dair

İnsanın sevdikleriyle birarada olması ne güzel bir şeydir. Bazen insan sıkılır, bunalır. Herşey üstüne üstüne gelir. Çevresindeki insalardan biraz uzaklaşmak ister. Yalnız kalmak ister. Kendini dinlemek ister. Düşünmek, düşünmek saatlerce düşünmek. Belki ileriye dönük hayaller kurmak. Hayal kurarkende engin denizdeki sandalın içinde bulutları izlemek. Deniz havasını ciğerlerinin en uç noktalarına kadar çekmek. Deniz kokusu ne güzeldir. Sadece hayallerde bunu yapabiliyoruz.

Sonra yeniden sevdiklerinle birarada olmak. Bu yanlızlık çok uzun sürmemeli.

Sevdiklerim olmasaydı özlemenin ne demek olduğunu bilemezdim. Yalnız kalmadan onların değerini anlayamazdım. Yalnızlığın ne demek olduğunu anlayamazdım. Kavgadan sonra barışmanın tadını, evdeki gürültüden sonra sessizliğin huzurunu bilemezdim. Ayrılıktan sonra kavuşmanın mutluluğunu yaşayamazdım....

Sevgi emek ister, sabır ister sevgi. Sevgi hoşgörü ister. Fedekar olacaksın. Ama sadece lafta değil gönülden seveceksin. "Gülü seven dikenine katlanır". Gülü tutmasını bilirsen eğer, canın acımaz. Bazen öyle olur ki gülü çok dikkatli tuttuğun halde batar dikeni; canın yanar, elin kanar. Atmazsın yinede bilirsin acısı geçecek birazdan. İçimiz acısada sevdiğimizden ötürü bilirsin geçecek. Demezsin birşey için için kanasanda. Derin çizgiler bırakarak yüzünde geçecek dersin.

İnsanoğlu yaşlandıkça yüzünde çizgiler oluşur. Yaş ilerledikçe derinleşir. Ben hep böyle yüzünde derin çizgiler oluşmuş bir yaşlı görünce sevdiklerinden çok çekmiş diye geçiririm içimden. Sevgi ne kadar büyükse çizgilerin derinliğide o kadar çok diye düşünürüm, insanoğluna ağır gelen sevdiğinin üzmesidir. Derinden etkiler, yaralar. İnsan en çok sevdiğine eziyet edermiş mesela. Rahmetli anneanneme nur içinde yatsın yeri bir başkadır bende annem baktı. Annemden öğrendim ben gerçek sevgiyi. Diğer çocukları bakmadılar o kadar, ilgilenmediler. Annem çok düşkündü annesine. Anneannem özellikle son zamanlarında çok eziyet etti. Doktor: "En çok sevdiğine eziyet eder" dedi. Ne garip değilmi. Ama herşeye rağmen annemin sevgisi azalmadı. Özverili, sabırlı, anlayışlı, sevgi doluydu....

Ben anneannemi çok severim. Ben de çok eziyet ederdim ona. Aklıma gelenlerden bazıları şöyle; beş yaşındayken köye gittim anneannemin yanına. O yaşta anneme tercih etmişim anneannemi. Beraber çok güzel vakit geçirirdik. Anneannemle bahçeye gitmek çok hoşuma giderdi. Bahçelerden birine isim bile vermiştim. "Eşşekli bahçe". Bir gün yine bahçeye gittik. Biraz zaman geçti benim canım her ne hikmetse çay çekti. Haydii köyle bahçe arası nerden baksan yürüyerek kırkbeş dadika sürer. Daha işimizde bitmedi. Ben bir kere istedim ya kadının içi rahat edermi. Annemden uzaktayım, emanetim diye kıyamadı tabi, biz eve geldik. Aldık çayımızı, demliğimizi, bardağımızı... düştük bahçenin yoluna. Taştan ocak yaptık. Eşşekli bahçede güzel bir çay keyfi yaptık. Birde hiç unutmadığım çapa var. Rahmetli anneannemle, dedem çapa yapmaya bahçeye gidecekler benide götürdüler. Ben yılandan korkuyorum diye sırtlarında duruyorum. Biraz dedemin sırtında, biraz anneannemin sırtında. Aşağı indiğim sırada çaktırmadan kesek (taşlaşmış toprak) alıyorum, dedemin çalışmaktan yıpranmış şalvarının küçük bir deliğinden onları içine atıyorum:))) Eve gittiğinde surat ifadesi çok komik oluyordu:) Nur içinde yatsınlar:( İkisini de çoooook seviyorum.   İlkokul beşinci sınıfa geçtiğim yaz tatilinde, köye gitmiştim. Gittiğim dönem bağ bekleme dönemiydi. Yani üzümler olmuş ama toplanmasına biraz zaman var. Bu süreçte herkes bağının başında durur. Yavaştan yavaştan kasalara üzümler daha sonradan pekmez yapılmak üzere toplanmaya başlar. Ben bulgur pilavı yemek istedim. Topladık yine tası tarağı bağ beklemeye gittik. Taştan ocak yaptık. Pilav miisss gibi pişti. Ama tabak götürmeyi unutmuşuz. Yufka ekmeğini serdik, ortasına pilavı döktük. Hala tadı damağımdadır. Her dediğimi yapardı, nazım ona geçerdi. "Ferik kızım" diye severdi.

Şimdi de oğlum yapıyor benzerlerini. Aramızda ki sevgi o kadar büyükki. Karşılıksız, samimi, içten... "Kasap sevdiği postu yerden yere vurur" atasözünde olduğu gibi.

Sevgi dolu kalmak dileğiyle...      

10 Ağustos 2011 Çarşamba

Boya yapabilir miyim???


Bir haftadır yazmıyorum. Yazma işi alışkanlık olmaya başlıyor yavaş yavaş. Yazmıyorum değil yazamadım. Hafta sonu tarih kokan İstanbul'daydık.

Yolculuğumuzun onuncu dakikasında Efe "Geldikmi İstanbul'a" dedi. Dakika bir gol bir. Dört saat gidecez oğlum ne gelmesi. "Ben çok sıkıldım" dedi. Haydi dedim başlıyor bizim Efe ile İstanbul maceramız. Ama korktuğum kadar olmadı. Öğleden sonra yola çıktığımız için oğlumun uyku saatine denk geldi. On dakika sonra bir baktım Efe mışıl mışıl uyuyor. Yupppiiii... En güzel çocuk uyuyan çocuktur. Ohh bende kitap keyfi yaptım. Uzun yolda en sevdiğim şeydir kitap okumak.   

İstanbul kaçamağı çok keyifli ve eğlenceliydi. (Efe'nin bir kaç şeyini saymazsak). Bir balon makinası ve bir topaçla iki günlük İstanbul gezisini atlattık. Her gördüğümüz oyuncağı kötülemekten. "Aaa ondan evde var". "Aaaa o bozulmuş". "Aaaa şu oyuncakçıdan alalım". "Aaaa o şöyle o böyle" dilimizde tüy bitti derlerya işte öyle oldu. Ama bir tanesini unutturmak çok sancılı geçti. Sultanahmet Camiine giderken çarşıda püskürtme yöntemiyle boya yapıyorlarya ondan gördü. Dükkan sahibi tam biz geçerken içinde su vardı büyük ihtimal, püskürtürken gördük. Allahım yarabbim tutturdu ben bundan istiyorum. "Oğlum bu bizim işimize yaramaz" ama yoookk Efe için bulunmaz bir oyuncak "ben onu yeklamlayda göydüm, ben boya yapacağım". Dikkatini dağıtıyorum. Başka şeyler gösteriyorum. "Kuşa bak, işte kocaman tramvay geçiyor, dondurma alalım, sakız alalım" o anki sabrımla olayı hafif atlatmaya çalışıyorum. Ama yok yok yok. "Ben boya yapacaktım onunla" diyor. Hah unuttu şükür diyecekken, "hani boyacı neyde, ben göyemiyoyum" diyor. Başka boyacıya gidiyoruz deyip ordan uzaklaştırdımya, burda ki amaç zaman kazanmak. Efe başka bir boyacıya gideceğimizi düşünürken dikkatini başka bir şeye çekip o anı unutturmak. Onbeş - yirmi dakika sonra üstü açık iki katlı otobüs gördük. Üstü açık olması dikkatini çekti herhalde şükür unttu. O süreyi sabırla geçirmek her yiğidin harcı değil. Etrafa gülücükler saçarken aslında sinirden içinde fırtınalar koptuğunu kimse bilemez. Olmayacak bir şey için yanında ağıt yakan bir çocuğu görüp "aaa yazık niye ağlatıyolar ufacık çocuğu" diye bakan insanlara sadece gülümsüyorsun.. Sanki çocuğu ağlattığın için insanlara açıklama yapma mecburiyetin varmış gibi hissediyorsun. "aslında çok saçma birşey için ağlıyor, bizim bir suçumuz yok gerçekten" der gibi bakıyorsun etrafındakilere:)))

Çocukların olur olmadık şeylere tutturmalarına çok gülüyorum. O anı yaşarken çok geriliyosun ama daha sonradan aklına gelince gülmeden edemiyosun. Sen çok yaşa be oğlum. Boya püskürtme makinası için de ağladın ya..........

Ramazan ayında oruçken camiileri ziyaret etmek manevi olarak beni çok mutlu etti. Aklıma gelen bütün duaları ettim. Tüm herkes için, memleketimiz için dua ettim. Huzur, sağlık, mutluluk, barış,.. Gönlümden diledim. Eyüp Sultan ve Sultanahmet Camiilerine gittik. Muhteşem bir mimari. Çok fazla türbe var. Oğlumun demesiyle Kocamaaan yapuya bindik. Çok yorucu bir gündü. Ama güzeldi. Çok fazla turist vardı. Özellikle Sultanahmet Camiinde oturmuş ibadet edenleri izliyorlardı. Bir tarafta Kur'an okunuyor, bir tarafta insanlar namaz kılıyordu. Huzur buldum o anda, hafifledim resmen. Yalnız bir şeye çok sinir oldum. Kapıda ayakkabılarımızı poşete koyup girdik. Neden galoş değilde poşet? Terli ayaklarımızla bastık halıların üstüne. Sonuçta orada ibadet ediliyor. Sadece namaz kılanlar çıkarsın ayakkabısını. Yakıştıramadım yane. İstanbul güzel memleket. Çok gezmedim ama her gittiğimde bir yerine gidiyorum işte yavaş yavaş.

İstanbul'u Dinliyorum
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı
Önce hafiften bir rüzgar esiyor;
Yavaş yavaş sallanıyor
Yapraklar, ağaçlarda;
Uzaklarda, çok uzaklarda,
Sucuların hiç durmayan çıngırakları
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Kuşlar geçiyor, derken;
Yükseklerden, sürü sürü, çığlık çığlık.
Ağlar çekiliyor dalyanlarda;
Bir kadının suya değiyor ayakları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Serin serin Kapalıçarşı
Cıvıl cıvıl Mahmutpaşa
Güvercin dolu avlular
Çekiç sesleri geliyor doklardan
Güzelim bahar rüzgarında ter kokuları;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Başımda eski alemlerin sarhoşluğu
Loş kayıkhaneleriyle bir yalı;
Dinmiş lodosların uğultusu içinde
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir yosma geçiyor kaldırımdan;
Küfürler, şarkılar, türküler, laf atmalar.
Birşey düşüyor elinden yere;
Bir gül olmalı;
İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı.

İstanbul'u dinliyorum, gözlerim kapalı;
Bir kuş çırpınıyor eteklerinde;
Alnın sıcak mı, değil mi, biliyorum;
Dudakların ıslak mı, değil mi, biliyorum;
Beyaz bir ay doğuyor fıstıkların arkasından
Kalbinin vuruşundan anlıyorum;
İstanbul'u dinliyorum.

Orhan Veli KANIK


    


5 Ağustos 2011 Cuma

İftar saati

Hoşgeldin Ey Şehr-i Ramazan

Mübarek Ramazan Ayındayız. Bugün dördüncü oruca niyetlendik. Allahım kimseyi açlıkla terbiye etmesin. İçtiğimiz suyun, yediğimiz yemeğin kıymetini daha iyi anlıyoruz. Ezan okunduktan sonra su ile orucumuzu açtığımız o an.....

Ne güzel terbiyedir oruç. Seni nefsinin karşısına koyar. Bedeninin kabuğuna derin çizikler atar Teninde gül kokulu yaralar açar.

Somalideki çocukların resimlerini gördüm facebookta içim acıdı resmen. Allahım ne kadar zayıflar yavrum kıyamam. Aslında bütün ülkeler yardım ediyormuş fakat organizasyon eksikliğinden yardımlar ulaşamıyormuş. Öyle okudum ne kadar doğru bilmiyorum. Kadının bir tanesi şöyle demiş. "Aç kaldığıma üzülmüyorum, orucumu açacak bir şey bulamıyorum". Bu devirde bu kadar da olurmu dedim. Açlıkla pençeleşiyorlar. Nasıl ya dedim kendi kendime nasıl. Bu kadar her şey gelişmişken, bilmem ne kadar yemek çöpe giderken, insanlar bir gecede bilmem ne kadar harcarken nasıl insanlar açlıktan ölür dedim. Tabakta azıcık kalmış yemeği çöpe dökemiyorum. Ya da bozulmuş bir yemeği. Aklıma aç insanlar geliyor. Allaha şükür yiyecek ekmeğimiz var. Dört gözle iftar saatini bekliyoruz. Ya onlar.......

Dere çoşmuş çağlıyor
Dağı duman bağlıyor
Zengin olsan ne fayda
Fakir kardeş ağlıyor

....Oruç tutuyoruz, ezan okundu, iftar oldu..Efe bunları anlamaya çalışıyor bu günlerde. Annecim "orucu nasıl tutuyorsunuz." ya da "orucu geri nasıl aldınız", "oruç niye bozulmuş"... Sen oruç tutunmu sorusuna "ben oruç semem. Oruç demek yemek yemek " diyor. Orucumuzu açınca yemek yiyoruzya. Oğluşum yemeden büyümeye çalışıyor. Yemek dedinmi kaçacak delik arıyor. Acıktığı zaman "anne bana numuta yap" diyor. Keşke her öğün yumurta yese. Geçen gün hafta sonu keyfi yapmaya çalışıyorum. Efe gelip gidip anne "acıktım bana numuta pişir" diyor. Tamam oğlum yapacağım diyorum. Biraz zaman geçiyor Efe gene geliyor. Bu böyle bir süre devam etti. O kadar uykum varki beş dakika yaaa sadece beş dakika uyuyayım. Efe geldi bir hışımla "annecim acıktım diyoyum, numuta pişiy diyoyum, tamam diyosun tamam diyosun pişiymiyosun. Kaynım ayıcak şimdi" Hafta sonu keyfiymiş al sana keyif. Hala bunu anlamıyomusun sen çocuklu bir hatunsun artık. Birde beşşş dakika uykuymuş hadi ordan kalk çocuk acıkmış sen malak gibi yat. Eskidenmiş o güzelimm yatak keyfi, haftasonu keyfi. Kalk iş güç seni bekliyor. Bir hafta sonu keyfimde böylelikle yalan oldu. Ama herşeye rağmen Allahım oğluma sağlık versin. Gerisi hiç önemli değil. Anneliğin güzelliği, fedekarlığı, tadı işte burda saklı. Kahvaltı tepsisini hazırlayıp getirdiğim zamanki mutluluğunu görmeniz lazımdı. Annecim "seni dünyalay kaday seviyoyum" dedi bana. İşte benim için hafta sonu keyfi budur.   

Nasrettin hocaya sormuşlar 'hocam oruç bizden memnun mu' diye hoca da 'memnun olmasa her yıl on gün önceden gelirmiydi' demiş :))))

3 Ağustos 2011 Çarşamba

Ben Küçükken

Oğlum henüz 3.5 yaşında ama bir başlıyor anlatmaya ben küçükken diye;

Küçükken İnci değilde ici diyormuş. Yemeğini hiç yiyemiyormuş. Dişleri yokmuş. koşamıyormuş. Televizyonu açamıyormuş. Ade ade diyormuş. Daha bunun gibi bir sürü şeyi sıralıyor. Şimdi büyümüş adam olmuşta bana küçüklüğünü anlatıyor. Daha dün gibi ultrasonda ayaklarını sevişimiz. Eşimle sana benziyor bana benziyor şakalaşmalarımız. Karnımdaki hareketlerini izleyişimiz. İki adım attı diye ağzımız kulaklarımıza varırdı. İlk anne demesi inanılmazdı.  

Hayat bir tren misali dur durak bilmeden hep ileri hep ileri. Bu hengame telaşe içinde ben ne zaman büyüdüm. Ne zaman anne oldum. Ne zaman geçti gitti çocukluğum. Çocukluk diyince; 

Benim çocukluğumun bir bölümü köyde geçti. Daha dün gibi aklımda, elma ağaçlarına tırmanışım. Rahmetli babaanneme çaktırmadan arkadaşlarıma çağla toplayışım. Daha dün gibi aklımda, asfalt yola tebeşirle çizgi çizip oynadığım. Tebeşirle çizilen birde cüz vardı onu oynardık. Ne güzeldi benim çocukluğum. Saatlerce bıkmadan usanmadan ip atlardık. Şimdiki çocukların çok şanssız olduğunu düşünüyorum. Bilgisayar denen bir kutuya bağımlılar. Çok erken yaşta tanışıyorlar. Çağımız teknoloji çağı bundan kaçamazsın. Efe'nin daha şimdiden 20'ye yakın CD'si var. Hepsinin kendince bir adı var. Şimşek, dıkın, miki faye, köfteler, mambıl, kurtcuk, kediler... Benim çocukluğumda ne bilgisayar ne de cep telefonu vardı. Çok kıymetli bir siyah-beyaz televizyonumuz vardı. Saat 13:00 de kapanıyodu. Şimdi düşününce çok komik geliyor. İstiklal Marşımız ile açılıp aynı şekilde marşla kapanıyordu. Sadece hafta sonları çizgi film olurdu. Ama herşey daha kıymetliydi. Hep denirya çocukluğumuzdaki bayramlar daha farklıydı, güzeldi diye. Gerçekten de çocukluğumdaki bayramların tadı bir başkaydı. Bayramlık diye bir şey vardı mesala. O kıyafet eskirdi ama adı bayramlık kalırdı. Bide rahmetli Ömer Dede vardı. Her akşam çok güzel hikayeler anlatırdı. Annem mısır yapardı ya da kestane. Boyumu aşacak kadar kar yağardı. Açılan yollardan giderdik okula. Ne zaman geçti gitti çocukluğum. Birden çok yaşlandığımı hissettim. Ama her yaşın kendine göre güzellikleri var. Şimdide anne olmanın keyfini yaşıyorum. Allah ömür verirse bir zaman gelecek torunlarımla nine olmanın tadını yaşayacağım dimi ama:)

Oğlum, babası ve ben dün markete gittik. Tutturdu oyuncak diye. Gitti uzaktan kumandalı kepçe beğendi. Evde o kadar çok oyuncak var ki. Almak istemedik. Bu gidişle doyumsuz olacak. Paramız yok dedik. Elimzdeki para ona yetmez dedik. Bir şekilde ikna ettik, almadan çıktık. Sabah işe geleceğim kapıda beni yolcu ediyor bir taraftan da "Anne biz paramız az olduğu için mi oyuncak alamadık. Ben babanın dükkanına gideyim. Avuç dolusu para kazanayım. Oyuncağı alalım". Oyuncak almak için her zaman bir çözüm bulur. Daha bununla ilgili bir kaç tane daha hikayem var. Diğer yazılarımla paylaşırım artık.... İçimizdeki çocuk hep yaşasın...  
  

2 Ağustos 2011 Salı

Yimonnn

Efe beni çok güldürüyor. Benim oğlum olduğu içinmi yoksa gerçekten espiri anlayışı olan bir çocuk mu bilmiyorum ama muzip bir tarafı var yani. Bu anlatacağım olay daha 2 yaşındayken oldu. Bazı şeylerin farkında olmadan yapıldı. Ama ben hala buna gülerimm:)))

Efe'nin odasındaki dolaptan konuşuluyordu. Efe doyap doyap diyip duruyor. İnci'de (teyzesi) abla bu "l" harfini söyleyemiyormu dedi. Ardından ekledi Efecim limon dermisin. Efe yimonnn dedi. Bizim çok hoşumuza gitti. Başladık gülmeye. Tabi Efe anlamsız anlamsız bize bakıyor. Olayı anlamaya çalışıyor. Biz bir süre daha güldükk::)) Gülme krizinden tam çıkmıştık ki Efe ikici bombasını patlattı. "Anne teyzem neden doyaba yimon diyor. Teyzecim yimon değil doyap o doyappp" haydiii. Tut tutabilirsen:)) Biz yeni bir kırize daha girdikk:)) Gül allah gül:) Birde o suratındaki o saf ifade, olayı idrak edemediya:) Yavrum benim yaaa Allah'ım esirgesin.

Efe'yle vakit geçirmek çok hoşuma gidiyor. O kadar masum ki. İçinde hiç kötülük yok. Hemen affediyor mesela. Biz büyükler gibi kin duymuyor. Bazen kaptırıyor kendini, kendince hikayeler anlatıyor. O mimikleri falan:) Sanırsınki gerçekk. Halbuki hepsi uydurmaa.

Keşke çocukların dünyası gibi olsa herşey. Masum, eğlenceli, umut dolu, sevgi dolu, basit, en önemlisi hayat doluuu. Hep çocuk kalabilmek umuduyla...:)