1 Kasım 2012 Perşembe

Keşke Okula Gitmeseydim:((((

Kreşin ikinci yılındayız ama oğlum hala okula gitmek istemiyor. Akşam yatarken uyuyana kadar "gitmek istemiyorum" dedi ağladı, sabah kalktı bıraktığı yerden yine ağlamaya başladı. Öğretmeniyle konuştum. "Geçecek" dedi. Okulun ilk günlerinde bu tarz inatlaşmalar olurmuş, kararlı olmam gerekirmiş.Geçen senede aynı şekilde ağlama krizleri yaşamıştık, bu senede devam ediyoruz. Galiba oğlum okulu sevmeyecek. Ona kalsa evde oturup akşama kadar televizyon izler. Sabah "ben evde tek başıma kalırım" dedi ya. Okula gimekten daha mı iyi evde kalmak dedim "evet" dedi. Anneannesine gidip kalmayı bile kabul ediyor, normalde oraya da bırakırken kıyamet kopar. Akıttığı göz yaşına kıyamıyorum ama yapacak bir şey yok, çalışan bir annesi var. Geçenlerde de anneme keşke benim annem çalışmasaydı demiş. 

Hayat şartları çok zor be oğlum. Öyle koyuın koyuna evde yatmak güzel tabi. İş güç yok ohh herşey güllük gülüstanlık. Şimdi herşey sana toz pembe tabi. Sana göre hayat; pepe, damlanın dolabı, kaptan mack, pingu, şimşek... Ama öyle değil oğlum, büyüyünce sen de anlayacaksın. Belki senin eşinde çalışacak ve sen de yavrunu erken yaşta okula göndereceksin.

Sen öyle ağlayarak "keşke okula gitmeseydim", "yütfen anne okula gitmek istemiyoyum" gözümün içine bakıyorsun ya içimin yağları eriyor, akıp gidiyor en derin köşelerine ve orada yığılıp kalıyor. Her yaptığım şey senin mutluluğun, rahatın ve geleceğin için. Şimdi bunu anlaman çok zor, belki sana göre kötü anneyim. Hayat şu an senin yaşadığın şeylerden çok daha zor oğlum. Küçükten zorluklara alışmak zorundasın. Anne baba olarak bir bebek dünyaya getiriyoruz ve onu böyle yaşamaya alıştırıyoruz bu bile çok acımasız geliyor bana. Sen bu dünyaya gelmek istiyor musun, bu şartlarda yaşayabilir misin diye sormuyoruz. Banada sorulmadığı gibi. Doğanın kanunu diyoruz. Her canlı doğar, büyür ve bir gün.... İşte böyle oğlum. 

Okul bence güzel bir yer, yaşıtlarınla birliktesin. Oyun, müzik, jimnastik, satranç, tiyatro sana uygun her şey var. Benim çocukluğum da bunların hiç biri yoktu. Bana göre güzel bir çocukluk dönemi geçiriyorsun. Zamanla alışırsın oğlum, inat etme. İyiki annem babam beni okula göndermiş, ayaklarımın üzerinde durmayı öğretmiş diyeceksin. 

Seni çok iyi anlıyorum daha çok küçüksün, ana kuzususun. Anneye çok bağlı bir çocuksun. Hep anne ile beraber olmak istiyorsun, sabah kendin uykunu alarak uyanmak istiyorsun. Televizyonun karşısında saatlerce kahvaltı etmek, öğlen uykusuna yatmamak ya da istediğin saatte yatmak. İlk zamanaların böyle geçsede okul hayatın eninde sonunda olacak hem de yaşamın boyu bu eğitim hiç bitmeyecek. Sınavlar, mülakatlar, kurslar, seminerler.. Dileğim sağlıklı olman ve bunların hepsini hakkıyla başarılı bir şekilde yapman.

Seni çok ama çok ama çok ama çok seviyorum oğlum:)))

    

belki bir kuşun kanadı, belki bir çiçeğin yaprağı, belki de bir balığın akvaryumu...



      Anneciğim, hep seni ne kadar sevdiğimi, küçücük yüreğimdeki kocaman yerini anlatmak istedim. Ama başaramadım. Çünkü hiç anlamaya çalışmadın. Bir gün bahçeden sana çiçek topladım. Bardağa koydum, getiriyorum ki, bardak birdenbire elimden düştü,  kırıldı. Çiçekle sana sevgimi anlatacaktım. Kırılan bardak için o kadar bağırdın ki bana bir daha kimseye çiçek vermemeye yemin ettim.


      Anne, benim küçücük yüreğimde herkesi sevecek yer vardı. Ben herkesi çok seviyordum. Ama sen insanların hep kötü olduklarını, onlara güvenilmemesi gerektiğini söyledin. Bende artık insanları sevmiyorum.

      Anneciğim, bir türlü küçük kafam almıyor, bana başkasına vurmayı sen
öğrettin. Ben doğduğumda vurmayı bilmiyordum ki, neden şimdi kardeşime
vurmama kızıyorsun? Ben ona vurunca elime vuruyorsun. Anne, babamı hiç
sevmiyor musun? Hep beni onunla korkutuyorsun, onu sevmemi istemiyor musun? Ben bir şeyi bağırmadan istersem vermiyorsun. Bağırarak istersem veriyorsun. O yüzden bende hep bağırarak, ağlayarak, istiyorum, hem de dediğini yapmak için bağırmanı bekliyorum. Biliyor musun seni bağırtmak hoşuma gidiyor. O zaman benimle ilgilendiğini düşünüyorum.

      Anne, sana güzel bir haberim var: Artık yemeklerimi yiyeceğim. Bir an önce
büyümek istiyorum. Neden mi? Seninle
konuşurken yukarılara bakmaktan bıktım. Artık boynum ağrıyor. Eğer büyümem daha çok sürecekse, neden sen çömelerek benimle konuşuyorsun? O zaman kendimi daha iyi hissedeceğim. Konuşurken gözlerini görmek istiyorum anne. Gözlerinin derinliğinde, sevildiğimi anlamak istiyorum.

      Anneciğim, neden o çok sevdiğin arkadaşlarının çocuklarına kendi eşyalarını vermiyorsun? Onlara oyuncaklarımı vermekten hoşlanmıyorum. Oyuncakları bana mı, yoksa arkadaşlarının çocuklarına mı alıyorsun? Onlar kırınca kızmıyorsun, ben kırınca “Sende hiç insaf yok mu”? diye, beni cezalandırıyorsun. Artık ona da çözüm buldum, kırınca saklayacak, başkaları kırmış gibi, misafirler gelince sana göstereceğim.

      Anne, beni neden dinlemiyorsun? Benim çizgi kahramanlarım, kırılan
oyuncağım, kaybolan kalemim neden seni ilgilendirmiyor? Beni de şefin,
arkadaşlarının yeni aldığı çanta hiç ilgilendirmiyor… Onları dinlemek
istemiyorum. Senin beni dinlemeni, onları benim için ne kadar önemli
olduğunu anlamanı istiyorum. Sadece büyüklere ait olan şeyler mi önemlidir?

      Anne, yeni bakıcımı hiç sevmedim. Saçlarımı senin taradığın gibi taramıyor.
Bana eski bakıcının baktığı gibi şefkatle bakmıyor. Anne, sen bana neden
şefkatle bakmıyorsun?

      Anne, evdeki eşyaları, sehpayı, kül tabaklarını, televizyonu kıskanıyorum;
onları kırmak, yok etmek istiyorum. Onlar olmazsa beni daha çok seveceğini
düşünüyorum. Hem de onları kırma korkusu olmadan evin içinde rahatça koşup oynayabileceğim. Onları temizlemek için ayırdığın vakti bana ayırmıyorsun. Demek ki onları benden daha çok seviyorsun.

      Anneciğim, evde oynamaktan bıktım. Dışarılarda koşup oynamak, minik su
birikintilerine ayağımı sokmak, dökerek pasta yemek, elimle makarna yemek,
ayranı üstüme dökmek istiyorum. Anne ben yaşamak istiyorum. “‘Yapma’ların,
’etme’lerin” olmadığı, sevginin çok olduğu, annelerin çocuklarını anladığı bir yer istiyorum.
      O yeri bulmak için buralardan gitmek istiyorum. Belki bir kuşun kanadında, belki bir çiçeğin yaprağında, belki bir balığın akvaryumunda…
Sevgilerimle…


                                                                                                         NESRiN BiLKAN

16 Ağustos 2012 Perşembe

Önce sen kendine değer ver ki değerli bulunasın....

Önce sen kendine değer ver ki değerli bulunasın.
Kendini sev ki, dostların sende sevgi bulsun.
Huzur dolu ol ki, sevdiklerin sende huzur bulsun.
Kendine dürüst ol ki, hayatındakiler sende güveni bulsun.
Yüreğini o kadar geniş tut ki, sana haksızlık edenleri bile affet.
Kendilerinden utansın ve öyle biri ol ki, düşmanın en büyük mağlubiyeti;
Senden mahrum olmak olsun.....


Tanıdığım en güzel insanlar; yenilgiyi, acıyı, mücadeleyi ve kaybı yaşamış olan ve diplerden çıkış yolunu kendileri bulmuş, romantik ve anarşist olan insanlardır. 

Bu kişiler yaşama karşı geliştirdikleri kendine has takdir, direniş, duyarlılık ve anlayışla; şefkatin, nezaketin bilgelik ve derin sevgiden kaynaklanan bir ilgi ve sorumlulukla doludur. 

Güzel insanlar öylece ortaya çıkmazlar, onlar oluşurlar....

Hayat güzeldir.
Elisabeth Kubler Ross 


Yine bir istanbul gezisi. Mavinin ve yeşilin bir arada yağlı boya bir resmin içine girmişçesine bir şehirdir benim gözümde istanbul. Gez gez bitiremiyoruz. Her gittiğimde ayrı bir keyif alıyorum. Gidemediğim yerlerede bir daha ki sefere diyerek kendime söz veriyorum. Bu İstanbul gezimizde minyatürke gittik muhteşemdi. Özellikle mardin evleri çok değişik geldi. Bütün yapılar birebir yapılmış harikaydı. Tüm türkiyeyi gezmişte oldum. Merak ettiğim yerleri küçükte olsa gördüm. Kartlı bir sistem geliştirmişler, kartı okutuyorsun yapının tarihçesi hakkında kısa bir bilgi veriyor. 

Vapur gezisi yaptık, eminönünde geçen sene yiyemediğimiz balığı yedik. Geçen sene İstanbul'a ramazan ayında gitmiştik. Doğal olarak oruçtuk. Camilere gittik dua ettik ama yemek yiyemedik. O zamanda bir daha ki seneye gelir yerim demiştim ve yedim...:))) Vapur gezisinde de öyle hoş bir şey olduki hem hoş hem komikti, kardeşimle gülmekten karnımıza ağrılar girdi. Hemen olayı anlatayım; sosyete pazarlarında 10 TL.ye satılan babetler var.Renk renk tam yazlık ve kardeşimin tarzı. Bu bir tane almış. Aman yarabbim tüm İstanbul bu babetlerden giymesinmi. Kardeşimde hiç hoşlanmaz böyle bi durumdan. Her iki kişiden birinde bu babetlerden. Neyse vapurda yanımıza bir bayan geldi onyedi-onsekiz yaşlarında. Bir de ne görelim aynı renk babet ve kırmızı oje. Kadeşimde de aynı renk babet ve kırmızı oje..:))) Kardeşimin durumu çok komikti ayakları filan saklamaya çalışıyor. Biz kendi aramızda baya bir geyik yaptık ama çaktırmamaya çalışıyoruz. Biraz zaman geçti benim saf, temiz hiç bir art niyeti olmayan oğlum bu durumu fark etmiş. Bas bas bağrıyor "teyze teyze aynı ayakkabıdan, baaaakkk seninde var ondan" biz koptuk ki ne kopma... Oralı olmuyoruz, lafı değiştirmeye çalışıyoruz yok oğlum hala olaya dikkatimiz çekmeye çalışıyor. Gülüyoruz bu seferde "neden gülüyoysunuz" diye soruyor... Teyzesine duyuramadığını sanıyor gelip benim eteğimi çekiştiryor, "anne anne bak aynısından teyzemde de var"... şaka gibi yaaa. ağzımız dolu dolu güldük. Allah gülmekten ayrı koymasın ama çok hoştu. Bide sevinmiş çocuğum bizimle sevincini paylaşıyor. Çocuk olmak böyle bir şey işte. Tertemiz, saf, yalansız, sevgi dolu, ışıl ışıl... Çocuk yüreği gibi olabilmekte marifet..


Oğlumun uydurduğu isimlerden örnekler...
(koltuk altı - bacak koltuğu, sivri sinek - sivri böcek) 

Okyanusun dibinde yatan bir istiridye, su üzerinden akıp geçsin diye, kabuğunu açmış. Su içinden geçerken, solungaçları yiyecek toplayıp midesine gönderiyormuş. Aniden, yakınındaki bir balık, bir kuyruk darbesiyle kum ve çamur fırtınası oluşturmuş.

İstiridye de kumdan nefret edermiş; zira kum öylesine pürüzlüymüş ki kabuğunun içine kaçarsa son derece rahatsız olurmuş. İstiridye derhal kabuğunu kapamış ama çok geç kalmış; Sert ve pürüzlü bir kum taneciği içeri girip, iç derisi ile kabuğun arasına yerleşmiş. Kum tanesi istiridyeyi ne çok rahatsız ediyormuş. Ama kabuğunun içini kaplaması için kendine verilmiş olan salgı hücresini hemen çalıştırarak, minik kum tanesinin üstünü kaplamaya başlamış; ta ki, nefis, parlak ve düzgün bir örtü oluşana kadar…

İstiridye, yıllar yılı, minik kum taneciğinin üstüne katlar eklemeye devam etmiş ve sonunda müthiş güzel, parlak ve son derece değerli bir inci oluşmuş.

 Karsı karsıya olduğumuz problemler bu kum taneciğine benzer, bizi rahatsız ederler ve niye bize bu derece eziyet çektirip asabileştirdiklerine şaşarız; fakat azmin getirdiği cesaret ve kuvvetle, sorunlarımızın ve zayıflıklarımızın üstesinden geliriz.

Daha alçakgönüllü, isteklerimizde daha ısrarlı, çevremizdekilere daha yakin, daha akilli ve sorunlarımıza karsı daha dayanıklı hale geliriz.…gizli gücümüzle, yaşamımızdaki pürüzlü kum taneciklerini, bize kuvvet veren ümit ve ilham kaynağı olan değerli incilere dönüştürürüz.


İnci gibi olabilmek...

Yeni Yıl, Yeni Yaş

İki hafta önce dördüncü yaşını kutladık biricik oğlumun. Çok eğlenceli geçti. Yeni bir yıl yeni bir yaş. Bir yaş daha büyüdü, allahıma çok şükür bu güzellikleri yaşattığı için. Gün gün büyüyor oğlum. Her gün ayrı bir güzellik katıyor hayatımıza. Hastalıktı, okuldu, iyileşti, ateşi düştü derken bir yılı daha geride bıraktık. Allahım sana nice sağlıklı, başarılı yıllar geçirmeni nasip etsin. 

Normalde çocukların hasta olmasını hiç istemeyiz. Hem kıyamadığımızdan hem de çok mız mız olurlar, ilaç kullanmak gerekir. İlaçların yan etkisi ayrı bir konu. Gel gelelim Efe'nin hastalığına.. Aman yarabbim ilaç içmez, yemek yemez, bir huysuzluk, bir memnuniyetsizlik. Küçücük bir kaşık ilacı içirmek için saatlerce dil döküyorum. Bir elimde su bardağı, bir elimde kaşık ikna etmeye çalışıyorum. Bu arada ilacın saati geçiyor. Tamam güzellikle içmiyorsan zorla içirelim diyorum, babası tutuyor kollarından, ben ağzını (gören çocuğu boğazlıyor sanacak) kaşığı tıkıyoruz zorla. Bu şekilde davranmayı da kendime yakıştıramıyorum, kötü hissediyorum. Aynı şeyi biri bana yapsa ne kötü. Ama ne yapayım güzel çocuğum hastasın işte. Neyse siz bana zorla içirirmisiniz ilacı el mi yaman bey mi yaman diyip hooop çıkartıyor olduğu gibi. Elimiz ayağımız şurup içinde kalıyoruz kocacığımla. Annem hep şöyle der; "çok mu uğraştınız bu çocuğu yapmak için" töğbe töğbe ne dersin. Güler misin, ağlar mısın. Bunun kılavuzu var da biz mi okumadık acep??? Güzel huylu çocuk nasıl yapılır??? Okuldaki rehberlik öğretmenine sordum. Aman hocam, caaaanım hocam bana yardım edin. İlaç içiremiyorum dedim. "Doktoruna söyleyin o konuşsun" dedi. İnşallah hasta olmaz diyerek bundan sonra, doktooor civanım, doktor doktor civanım diyerek gideriz artık:))

Beslenme konusunda da sıkıntılarım var ama ben bunlara kendimce çözümler bulmaya çalışıyorum. Yemediği şeyleri sevdiği yiyeceklerin içine katıp yedirmeye ve kendimi bu konuda iyi hissetmeye çalışıyorum. Geçenlerde puding istedi ve birlikte pişirdik. Kuru üzümleri doğrayıp içine kattım. Önceden de ne olduğunu sorarsa "minik çikolatalar derim dedim kendi kendime:"))) Yemeye başladı çok mutlu oldu tabi. Bir iki kaşık aldıktan sonra "annecim bunun içine üzümleyi sen mi koydun, ben bunu yemiyoyum" dedi.:( Böylelikle bu buluşta işe yaramadı. İçinde üzüm olmayan diğer tabağı getirdim ve onu büyük bir iştahla yedi. Afiyet şeker olsun oğluma:))) Ama benim tek amacım sağlıklı olması ve sağlıklı beslenmesi.

Geçtiğimiz hafta amcam ameliyat için köyden gelmiş, oğlunda kalıyor, bizde geçmiş olsuna akraba ziyaretine gittik. Kızları, torunları kalabalık bir ortam hoş sohbet güzel vakit geçirdik. Efe'nin kanal krizi tutana kadar. İzlediği çocuk kanallarından bir tanesi onların televizyonunda yok. Olmasıda gerekmiyor. "Ben kanayımı istiyoyum" diyor daha bir şey demiyor. Hop oturup hop kalkıyor. konuşmaya çalışıyorum yok. "Ben kanayımı istiyorum". "Yok oğlum yok", ama nafile. Artık ilgilenmiyorum. Bu sefer gözümün önüne gelip ağlıyor. Tam dayaklık. Ama yapamam, yapmamam gerekir. Sabrediyorum, çözüm bulmaya çalışıyorum. Amcam yazık diğer odadan kalktı geldi. Çocuklardan birine bir şey oldu sanmış, sağolsun Efe ortalığı birbirine katınca... Yok bir şey amca dedim, kanalını istiyor. "Bir daha geldiğinizde çocuğun kanalınıda getirin, neyse o dedi" Hay allahım amca sen çok yaşa biz koptuk tabi.:))) Efe'yi bir şekilde diğer odaya götürmeyi başardım. Bilgisayarda oyun açtık ve kanal olayını unuttu. Akşam eve geldiğinde hemen istediği kanalı açtı.

Dördüncü yaşımızıda bu şekilde geçiriyoruz. Ağlama ve tutturma krizleri. Bakalım beşinci yaşımıza geldiğimizde ne halde olacağız; daha mı iyi yoksa daha mı kötü. Hayırlısıyla, sağlıkla büyütmek dileğiyle nice nice sağlıklı yaşlara oğluşum...

Aklı başında, bilinçli, başarılı, hoş görülü, saygılı, hakkını arayan, sevgi dolu, çalışkan, azimli, yardım sever, merhametli, içi dışı bir, dürüst, sabırlı, iradeli, inançlı, umut dolu olman ümidiyle yeni yaşın hepimize kutlu, mutlu olsun canım oğlum..:))) 

8 Aralık 2011 Perşembe

Öğretmene Mektup

Oğlumun okulundan rehberlik öğretmeni "Efe'yi anlatan bir mektup" istemiş. Ben de geçtiğimiz pazartesi yazıp verdim.

"25/Ocak/2008 tarihinde normal doğumla tam gününde dünyaya geldi. 16 ay anne sütü aldı. Emeklemeden yürüdü.
Çalışan bir anneyim 2011 Eylül ayına kadar yani okulunuza başlayana kadar annem baktı. Anneanneden dolayı her istediği yapılan bir dönem geçirdi. Yemek alışkanlığı olmayan bir çocuk. Hazıra çok alıştı, çünkü hep annem yedirdi.
Televizyon izlemeyi, özellikle CD izlemeyi çok sever. Şimşek Mcqueen, Buz Devri, Mickey Mouse, Oyuncak Hikayesi,vb… Boş durmayı hiç sevmez, sürekli bir şeylerle meşgul olmak ister. Yerinde duramayan bir çocuk. İp baskısı, patates baskısı, sulu boya, kağıt karalama çok hoşuna gider. Elektronik eşyalara ayrı bir ilgisi var. Onları açıp kapatmak, dönen bir parçası varsa saatlerce izlemek en büyük keyfi.
Bana çok düşkün. Babasını işinden dolayı az görüyor, babası ile çok yakın değil. Hep bir arada iken her şeyiyle benim ilgilenmemi ister, genelde babasından bir isteği olmaz.
Kokulara ve seslere karşı aşırı duyarlı. Kötü ve güzel kokuyu hemen alır ve tepki verir. Yüksek ses olduğu zaman kulaklarını kapatır aşırı derecede rahatsız olur.
Meraklıdır, değişik bir şey gördüğü zaman mutlaka onunla ilgili sorular sorar, bakmak ister, çalışan bir şeyse çalıştırmak ister. Evde yaptığım her işi o da yapmak ister. Yumurta pişiriyorsam çeker sandalyeyi hemen işe koyulur, kek, yemek vb. ne yapıyorsam. Evde hep bir yardımcım var yaniJ. Her işin ucundan tutarJ.
Yüksek sesle uyarılmaktan hiç hoşlanmaz. Sakin ve tatlı dille anlatılmasını ister. (Ama bu her zaman mümkün olmuyor. Böyle bir durum yaşadığımız zaman özür dilememi bekler). Olmadık zamanlarda olmadık şeylere tutturması sabrımı zorluyorJ.
Arkadaş olmak, oynamak ister ama pek başarılı olamaz. Oyuncaklarını paylaşamaz. Kendinden büyüklerle daha iyi anlaşır. Onlara istediğini yaptırabilir. Bu nedenle büyüklerle oynamak işine gelir.
Sabırsızdır. İstediği bir şey hemen olsun ister, beklemeyi sevmez.
Hırslıdır. Bir şeyi yapamadığı zaman çok sinirlenir, üzülür.
İstemediği bir şeyi yaptırmak çok zordur. Mesela istemediği bir bluzu giydiremem, kabul etmez.  
Yaptığı bir şeyi hediye etmeyi çok sever, mutlu olur. Hediye almayı da çok sever. Özellikle oyuncak. Öğretmeninin verdiği yapıştırma yıldız, gülen surat O’nun için çok değerlidir. İlgi odağı olmak hoşuna gider.
Okulunu ve öğretmenlerini çok seviyor. Mutlu bırakıyorum ve mutlu alıyorum. Okulun ilk haftalarında biraz sorun yaşadık, ama çabuk uyum sağladı. Sadece akşamları geç yattığından sabah biraz zor oluyor. Sınıfında birkaç arkadaşı dışında herkesi çok seviyor. Üç arkadaşından biraz rahatsız zannedersem, O’nları yaramaz diye nitelendiriyor. Evden götürdüğü oyuncakları onlara vermeyeceğini söylüyor. Sınıfındaki Asya Efe’nin en kıymetlisi.  O’na prenses diye hitap ediyor. Çünkü annesi O’na uzun etek giydiriyormuşJ.
Okulda tek başına uyuduğu için mutlu oluyor ve bunu benimle paylaşıyor. Okulda yapılan faaliyetlerden çok mutlu oluyor. Bize satranç öğretiyor.
Çocuklarla uğraşmak gerçekten zor bir iş. Onları en iyi şekilde yetiştirmek, gelecekte başarılı, sağlıklı ruh haline sahip insanlar olmasını sağlamak en önemli görev. Karşılıklı iletişimle bunu sağlayabileceğimize inanıyorum. Emekleriniz için teşekkür ederim."


2 Aralık 2011 Cuma

Bir arabam bile yok

Hay allahım ya ne zor işmiş bu araba almak. Neredeyse iki aydır araba bakıyorum. Normalde arabayla hiç alakam yoktur. Hiç bir şeyinden anlamam ama bu iki ay içinde baya bilgi sahibi oldum. Modeli, benzinlisi, lpglisi, otomatik vitesi, manuel vitesi, yarı otomatiği, kmsi, kaputu, çelik jantı, abssi, kış-yaz lastiği, triger kayışı, daha bunun gibi pek çok şey:)))

Neyse işte benim beğendim bütçeyi aşıyor, bütçeme uygun olanı içime sinmiyor. O kadar parayı vermişken şundan alalım, yok modeli yüksek olsun, yok değişeni olmasın, yok boyalı olmasın. Tam beğeniyoruz bakmaya gidiyoruz hayal kırıklığı araba pert, başa dönüyoruz. Bu kadar incelersen araba alamazsın tabi. Haaa birde oğlumun kırmızı şimşek sevdası var, almışken kırmızı alayımda Efe'nin de gönlü olsun diye diye kaldık. Kardeşim sağolsun bana yardımcı oluyor, araştırıyor, beğendiklerine gidip bakıyor ama bu seferde eşimle anlaşamıyorlar. Eşimin beğendiğini kardeşim istemiyor, kardeşimin önerdiğini eşim istemiyor. Bu durumda olan gene bana oluyor arabasız kalıyorum. Efe okula gidiyor olmasaydı araba filan aklımda yoktu. Sırf soğukta perişan olmayalım diye istiyorum. Bana sorarsanız bisiklete razıyım o derece yani.

Son zamanlarda sağolsun işten arkadaşım Saylan Abla ve abisi eve kadar bıraktılar. Ama her zaman her zaman olmazki yüzüm kalamdı valla. Eşimin işi olmadığı zaman biraz erken çıkıyor, şirkette bekliyoruz gelip alıyor bizi. Diğer zamanlarda kardeşimle gidiyorum. Acil araba lazım ama araba işi de aceleye gelmiyor işte, parayı kolay kazanmıyoruz ki kolay harcayalım. Adam yazmış 98 modele ondört-onbeş bin. Onüç yaşında araba iki-üç yılda benim kullandığımı düşünürsek. Düşün düşün... işin.:)))

Neyse iyi birşey düşürmek gerekiyor, onun içinde sabredip beklemek icap eder. Hayırlısıyla bir arabam olsun da; geç olsun güç olmasın. Aldıktan sonra bir sorun çıkartmasın, yolda izde bırakmasın beni çocuğumla. Kazasız belasız binmek nasip etsin. Bir de ödeme kolaylığı. Sağımız, solumuz, önümüz, arkamız borç da o bakımdan:)) Borç yiğidin kamçısıdır diye diye geldik bu günlere, hayırlısı olsun.

Efe'de bu arada babasına sitem edip duruyor. "Babacım ne zamandır anneme kıymızı şimşek almıyoysun, alalım alalım diyoysun ama almıyoysun". Oğlum sanki pazardan elma, armut alıyorsun, kolaymı ölye ha diyince araba almak. Çocuk olmak var işte, hayal dünyalarında hemen herşeyi hallediyorlar. Onların dünyasındaki banka hemen para veriyor ama parayı geri istemiyor zannedersem.:))) "Evet oğlum bir türlü alamadı baban bana arabayı" dediğimde "ben sana alıyım annecim" diyor. Oy kıyamam ben oğluma annesini de düşünürmüş. Geçen günde parası olunca bize alacağı şeyleri sıralıyor. Aman allahım neler neler aldı bize. Kuyumcunun önünden geçiyoruz. Tek taş yüzük beğendi ve onu aldı, hem de bir kaçtane "annecim şuda sana çok yakışıy" sağolsun oğlum benim. Babasına araba aldı, kurtarma helikopteri aldı (kendisinin şu sıralar en çok istediği oyuncak). Kendisine de "kahveyengi ayaba" aldı ne alaka onu çözemedim henüz.

Araba konusunda bir iki hafta daha idare etmeyi düşünüyorum. Ama 2012 yılına girmeden aralık ayı içinde halletmem gerekir, yoksa fiyatlar artacak. Hakkımda hayırlısı olsun. Hem yeni yıla arabamla girerim. Yeni yıl hediyesi olur. 

Sabırlı kalalım...

20 Ekim 2011 Perşembe

Rüzgar Fatiha götürüyor ŞEHİDİMİN kabrine...

Ağlıyoruz…
Bayraklar ellerimizde, hüznümüz yüreğimizde
Gözümüzde yaş.
Döküldük sokaklara; kahrolsunlar arkadaş.
Yas tutuyor ırmaklar, ormanlar, dağlar…
Sizi nasıl… nasıl unutsunlar.
Bulutlar ağlıyor, analar yanıyor..
Türkiye haykırıyor…
Rüzgar Fatiha götürüyor şehidimin kabrine
Toprak bağrına basmış incitmiyor…
Bayramlar bayram olsun dedik
Bayram arefesine yasla girdik
Uğurluyoruz yüreklerimiz dağlanarak,
Hakkımız helal olsun, başımız sağolsun…
                                              

Ağlamak, dövünmek hiç bir fayda etmiyor işte, etmeyecekte. Duyarlı olacaksın, herşeyi devletten beklemeyeceksin. Ama hep başkalarından bekleriz, kendimizde hiç suç bulmayız. Savaşmak, mücadele etmek sadece dağda silahla olmaz. Eğitimle olur, vatan sevgisiyle olur. Bugünün çocukları yarının gençleri. Çocuklarımızdan başlamalıyız. Doğuda okul yok, öğretmen yok, kitap yok. Buradaki çocuklar ne olacak dağa çıkacak. Doğuda bir okulda görev yapan bir öğretmen "kütüphane yok" diyor, "kitap yok" diyor. Kaçımız o okulun adresini alıp kitap temin ediyoruz. Kaçımız orada muhtaç çocuklara yardım ediyor. Bugün polisimize taş atan çocuklar yarın silah sıkıyorlar. Çocuk diyoruz yarın silah sıkacak demiyoruz. Doğuya gezmeye bile gitmekten çekiniyoruz, niye orası da Türkiye'nin bir parçası değilmi. Bir ağacı köklerinden kesersen kurumaya mahkumdur. Sorunları kökten halletmek gerekiyor. Mesela okullarda kitaplar toplansın her ilin bir deposu olsun, oralara gönderilsin. Köy okulundaki öğretmenler kitapları oradan temin etsin. Bu sürekli olsun. Yine bir arkadaşım anaokulunda "oyuncak yok" diyor. İlk öğrenme oyunla başlıyor. Efe'ye sözle söyleyerek yaptıramadığım şeyleri oyunla, oyuncakla yaptırıyorum. 0-6 yaş grubunda oyun iyi bir öğrenme şekli. Doğudaki çocuklar çocuk gibi büyümüyor. Terörün içinde büyüdükleri için belkide onlara çok normal geliyor. Askeri de düşman görüyor. Aileler öyle yetiştiriyor. Aslında teröristler onları askerlerden koruyor biliyor. Şimdi bu çocuk büyüyünce ne olacak. Sen batıdaki çocuğa her imkanı sağla, interneti olsun, okulu, öğretmeni, kitabı olsun. Ayrımcılık ilk yaşlarda başlıyor işte. Doğudaki orayı ayrı bir devlet olarak görüyor, öyle büyüyor. Aynı memleketin çocukları karşı karşıya geliyor, kurşun sıkıyor. Dış devletler bizi birbirimize düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Cahil, yoksul insanları kandırıp eğitim veriyorlar. Bizim insanımızı bize karşı kışkırtıyorlar.

Cahiliz diyorlar, öğretmenleri öldürüyorlar, okulları yakıyorlar; hastayız devlet bakmıyor diyorlar doktoru öldürüyorlar; yolumuz yok diyorlar mühendisleri kaçırıyorlar; özgür değiliz diyorlar askerimize kurşun sıkıyorlar...

Savaşın, şiddetin dilinin ağır bastığı, gencecik bedenlerin toprağa düşmeye devam ettiği bu kasvetli ortamda insanlar ölüyor, insanlık ölüyor. Hiçbir sözün kıymeti kalmıyor. Sesimiz silahların sesinden daha yüksek çıksın artık, kan ve gözyaşını çoğaltmaktan başka bir işe yaramayan silahlar sonsuza kadar sussun; barışı ve bir arada yaşamayı konuşalım. Barış ve kardeşliği toprağa gömmeye bir son verelim... Barış haberleri okuyalım manşetlerde; kaç şehit verdik değil.

BARIŞ DİLİYORUM...