20 Ekim 2011 Perşembe

Rüzgar Fatiha götürüyor ŞEHİDİMİN kabrine...

Ağlıyoruz…
Bayraklar ellerimizde, hüznümüz yüreğimizde
Gözümüzde yaş.
Döküldük sokaklara; kahrolsunlar arkadaş.
Yas tutuyor ırmaklar, ormanlar, dağlar…
Sizi nasıl… nasıl unutsunlar.
Bulutlar ağlıyor, analar yanıyor..
Türkiye haykırıyor…
Rüzgar Fatiha götürüyor şehidimin kabrine
Toprak bağrına basmış incitmiyor…
Bayramlar bayram olsun dedik
Bayram arefesine yasla girdik
Uğurluyoruz yüreklerimiz dağlanarak,
Hakkımız helal olsun, başımız sağolsun…
                                              

Ağlamak, dövünmek hiç bir fayda etmiyor işte, etmeyecekte. Duyarlı olacaksın, herşeyi devletten beklemeyeceksin. Ama hep başkalarından bekleriz, kendimizde hiç suç bulmayız. Savaşmak, mücadele etmek sadece dağda silahla olmaz. Eğitimle olur, vatan sevgisiyle olur. Bugünün çocukları yarının gençleri. Çocuklarımızdan başlamalıyız. Doğuda okul yok, öğretmen yok, kitap yok. Buradaki çocuklar ne olacak dağa çıkacak. Doğuda bir okulda görev yapan bir öğretmen "kütüphane yok" diyor, "kitap yok" diyor. Kaçımız o okulun adresini alıp kitap temin ediyoruz. Kaçımız orada muhtaç çocuklara yardım ediyor. Bugün polisimize taş atan çocuklar yarın silah sıkıyorlar. Çocuk diyoruz yarın silah sıkacak demiyoruz. Doğuya gezmeye bile gitmekten çekiniyoruz, niye orası da Türkiye'nin bir parçası değilmi. Bir ağacı köklerinden kesersen kurumaya mahkumdur. Sorunları kökten halletmek gerekiyor. Mesela okullarda kitaplar toplansın her ilin bir deposu olsun, oralara gönderilsin. Köy okulundaki öğretmenler kitapları oradan temin etsin. Bu sürekli olsun. Yine bir arkadaşım anaokulunda "oyuncak yok" diyor. İlk öğrenme oyunla başlıyor. Efe'ye sözle söyleyerek yaptıramadığım şeyleri oyunla, oyuncakla yaptırıyorum. 0-6 yaş grubunda oyun iyi bir öğrenme şekli. Doğudaki çocuklar çocuk gibi büyümüyor. Terörün içinde büyüdükleri için belkide onlara çok normal geliyor. Askeri de düşman görüyor. Aileler öyle yetiştiriyor. Aslında teröristler onları askerlerden koruyor biliyor. Şimdi bu çocuk büyüyünce ne olacak. Sen batıdaki çocuğa her imkanı sağla, interneti olsun, okulu, öğretmeni, kitabı olsun. Ayrımcılık ilk yaşlarda başlıyor işte. Doğudaki orayı ayrı bir devlet olarak görüyor, öyle büyüyor. Aynı memleketin çocukları karşı karşıya geliyor, kurşun sıkıyor. Dış devletler bizi birbirimize düşürmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Cahil, yoksul insanları kandırıp eğitim veriyorlar. Bizim insanımızı bize karşı kışkırtıyorlar.

Cahiliz diyorlar, öğretmenleri öldürüyorlar, okulları yakıyorlar; hastayız devlet bakmıyor diyorlar doktoru öldürüyorlar; yolumuz yok diyorlar mühendisleri kaçırıyorlar; özgür değiliz diyorlar askerimize kurşun sıkıyorlar...

Savaşın, şiddetin dilinin ağır bastığı, gencecik bedenlerin toprağa düşmeye devam ettiği bu kasvetli ortamda insanlar ölüyor, insanlık ölüyor. Hiçbir sözün kıymeti kalmıyor. Sesimiz silahların sesinden daha yüksek çıksın artık, kan ve gözyaşını çoğaltmaktan başka bir işe yaramayan silahlar sonsuza kadar sussun; barışı ve bir arada yaşamayı konuşalım. Barış ve kardeşliği toprağa gömmeye bir son verelim... Barış haberleri okuyalım manşetlerde; kaç şehit verdik değil.

BARIŞ DİLİYORUM...

        

18 Ekim 2011 Salı

Yaşasın köpük sıktılar.

Doğuda bir yerlerde bir köyde...

Sabah televizyon açık, Efe'ye kahvaltı yaptırmaya çalışıyorum. "Şükürler olsun köpük sıktık; kan dökülmeden, silah çekilmeden düğünü tamamladık" dedi birisi. Onlar için ne kadar zor birşeyse artık silah sıkmadan düğün yapmak; şükürler olsun diye dua ediyor. Köylülerin ellerinde köpük makinası var havaya sıkıyorlar, illa bir şey sıkacaklar yani:))) Allahım yarabbim biz nasıl varlıklarız böyle. Heyo!..Heyo!... yaşasın düğün yapıyoruz. Şalvarlı şalvarlı amcaların, abilerin ellerinde köpük makinası sıkıyorlar sağa sola. Gülüyorummm:))) Bakakaldım ekrana. Efe "noldu anne" dedi. Bir an kahvaltı olayından sıyrılıp, doğunun o köyüne gittim tabi. "Hadi oğlum sütünü bitir, hadi oğlum geç kalıyoruzlar.. durdu bir an". Kendi kendime anlamsız bir mutluluk yaşadım. Vay be dedim, isteyince olmayacak bir şey yok:)) "Köpük sıkmışlar oğlum" dedim. Efe'nin arada bir aklına düşüp köpük çıkarttığı şu makina. "Allah allah ne var ki bu kadar şaşıracak, ben hep yapıyorum bunu. Annem bana kahvaltı yaptıracam diye kafayı yedi herhalde" der gibi saf saf baktı çocuğum. Bilmiyor tabi doğuda yaşamanın ne kadar zor olduğunu. Orada kurallar var. Her şeyden önce töre diye tüm kuralları koyan bir sistem var. İnsanlar kendi mantıklarıyla hareket edemiyorlar. Töre ne diyorsa o oluyor. Aile meclisi var mesela. Bir baba kızı ile ilgili kararı kendi veremiyor; aile büyükleri bir araya geliyor, karar veriliyor. Beni derinden etkileyen ise; bir insan için ölüm kararı almaları. Bir ağbey gözünü kırpmadan, yüreği taş kesilmiş bir şekilde bacısını öldürüyor. Niye çünkü namusunu temizliyor, başı dik geziyor...

Ah be oğlum nasıl bir dünyada yaşıyoruz büyüyünce anlayacaksın. Senin oynadığın köpük makinası gibi olsa...

Doğuda kadın olmak çok daha zor. Bir kere okuma şansın yok. Küçük yaşta başlık parası uğruna yaşça büyük birisiyle evlenmen gerekiyor. Niye ailen öyle karar vermiş. Yok yaaa. Doğuda olmadığıma sevineyim mi üzüleyim mi bilemedim. Ben şükürler olsun ki orada dünyaya gelmemişim, şükürler olsun ki öyle cahil bir ailem yok. Ama orada yaşayan küçücük yüreklerin ne günahı var. Onlar adına çok üzülüyorum. Sevmeyi bırak kendinden yaşça büyük bir insanla evlendiriyorlar. Sadece düşüncesi bile insanın miğdesini bulandırıyor.

Geçen gün kanalları geziyorum. Muş'un bir köyünde yerel bir televizyon programında 13-14 yaşlarında bir öğrenci konuşuyor, yanındaki öğretmeninden güç alarak. "Biz okumak istiyoruz" diyor ışıl ışıl umut dolu gözlerle. "küçük yaşta evlenmek istemiyoruz, başlık parasına bir eşya gibi satılmak istemiyoruz" diyor. Şaka gibi yemin ederim yok böyle bir şey. "Yok canım hangi yüzyılda yaşıyoruz, öyle şey olur mu?" Oluyor işte onlar daha kaçıncı yüzyıla gelememişler, daha insan nasıl olunur onu öğrenememişler ki yüzyıl yaşasınlar... Bir kere çocuklarını işçi olarak görüyorlar, ne kadar çok çocuk o kadar çok işçi, karın tokluğuna; sonra biraz büyüdümü sat gitsin zengin birine ohhh paraları indir cebe. Bide erkeğim diye dayı dayı geziyor işte bu varlıklar. Şu an onlara bildiğim bütün küfürleri ediyorum işte. Elimden hiç bir şey gelmemesine ayrıca sinir oluyorum. Bu durumu düzeltmeyen, düzeltemeyen yetkililere de küfür ediyorum. Gerçi son yıllarda yapılan güzel şeylerde var. Kız çocuklarını okutmak için kampanyalar filan yapılıyor. İşte ne bileyim ilköğretim sekiz yıla çıktı. Öğretmenler kızlarını okula göndermeyen ailelerle gidip birebir görüşme yapıyorlar...

Bir reklam vardı o reklam da çok etkilemişti beni. Öğretmen sınıfta yoklama yapıyor, isimleri okunanlar burada diyor ama; biri tarlada çalışırken, biri küçük kardeşine bakarken, biri gelinlik giymiş damadı beklerken. Özellikle en sonuncusu; tüylerim diken diken olmuştu ilk izlediğimde; çocuk daha yaaaa. Kafalarınızın içinde ne taşıyorsunuz siz...

Doğuda bayan doktor istiyorlar erkek denilen varlıklar, eşlerini bayan doktora götürmek istiyorlar; amma velakin kızlarını okutmuyorlar. Çok değil yaaa azıcık beyin olsa ya da düşünebilseler; hem okutmayalım hem isteyelim. Oldu olduuu.. allahım yarabbim bak yine gerim gerim gerildimm.

Seninde oğlun/kızın okuyabilir, doktor, hakim, avukat, öğretmen...olabilir. Neden engelliyorsun, emin ol sana kazandırdığı başlık parasından daha çok para kazandırır. Amaç paraysa. Mesela çok iyi bir cerrah olur, o zaman paraya para demezsinn...Hasta olduğun zaman en iyi hastanelerde tedavi olursun. Sen yeterki okutmak iste eyyy doğulu, şalvarlı amcam...Yürekler karalar bağlamasa, kızların umutları-yarınları kaybolmasa. Güzel olmamı yaaaa:(((

Gönüller gülsün yeter.

          

14 Ekim 2011 Cuma

...acı biberle, ballı kaymak bir arada...

Kahvede hayat gibidir işte. Bazen acı bazen tatlı. Önemli olan kahveyi kiminle içtiğindir; doyasıya, samimi, içten, dostça... Dostlar hatırıma geldikçe hüzünlenirim bazen, vefasızız derim kendi kendime. Tutturmuşuz bir iş güç gidiyoruz bakalım. Bu koşuşturmaca içinde oğlumu bile kısıtlı görmek zorundayım. Eşimi, ailemi, dostlarımı, arkadaşlarımı... Bazen öyle yoğun oluyorum ki iş yerinde bile arkadaşlarımı görmeden, iki laf etmeden akşam oluyor. Aslında yoğun olmayı, çalışmayı, üretmeyi seviyorum. İnsanın yapacak bir şeyi olmamasından daha kötü bir şey yoktur. Boş olmak insanı bunalıma sokar, hasta eder hatta. Dengeyi iyi korumak gerekiyor. Çok çalışmakta sağlımızı, herşeyden önce ruh sağlığımızı bozar. Ne olacak şimdi işim var zamanım yok, zamanım var işim yok.:)))

Oğlumda hayatın zorlu yollarına alışmaya çalışıyor bu yaşında. Benimle birlikte çıkıyor evden, benim birlikte eve giriyor. Daha pazartesiden hafta sonunu saymaya başlıyor. "Bunu gittik" bir parmak kapanıyor, dört parmak açık. "Bunu gittik" ikinci parmak kapanıyor. Mesela bugün Çarşamba üçüncü parmakta kapanıyor. İki parmak açık. "Bunu gitcez" , "bunuda gitcezzzz tatillll" bir haftayı biricik oğlum böyle tamamlıyor. İnşallah geleceği parlak, akıllı, vatanına ve ailesine hayırlı bir evlat olur. Parlak bir geleceğe, sağlıklı düşünen gençlere ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. İhtiyacımız olan okumak, anlamak, görebilmek, görebildiğinden anlam çıkarmak, ders almak, düşünmek ve zekayı geliştirmektir. Cahillik çok zor şey. Düşmanın bile akıllısı daha hayırlı değilmidir.

 48. Uluslararası Antalya Altın Portakal Film Festivalinde “Sanatta Sosyal Sorumluluk” ödülünü Rutkay Aziz almış. Törende yaptığı konuşmayla büyük alkış almış.    

1979 ve 1980 yıllarında benim doğdum yıllarda sansür ve darbe nedeniyle yapılamayan film yarışmalarının ödüllerinin 30 yıl sonra sahiplerini bulacağını belirten Rutkay Aziz, bunun tüm dünyaya örnek olması gerektiğini vurgulamış:

''Umarım faşizm ve darbe döneminden geçen ülkelerin sinemacıları da bu örneği kendi ülkelerinde paylaşırlar. Dilerim bu ödülü hak etmişimdir. Ola ki moda deyimle 'bir döneklik' olursa, bu verdiğiniz ödülü özgürce geri alma hakkına sahipsiniz. Gerçek sanatçılar ülkesinin ve dünyanın gerçeklerine tanık olmakla yükümlüdür. Benim ülkemde tanık olduğum, hukukun üstünlüğünün yittiği, adaletsiz bir kalkınma girişiminin hızla yol aldığı, parasız eğitim pankartı açan öğrenci arkadaşımın 16 ay hapis yatması...

Dünyanın hiçbir ülkesinde kadın, çocuk bu kadar tacize, cinayete maruz kalmıyor. Dünyanın gerçeği, savaş çığlıkları, açlık, işgal, sömürü... Sinema, Şarlo'nun dediği gibi "bir barış sanatıdır ve kendi içindeki barış niteliğini koruyarak dünyaya katkı sağlayacaktır.”"

Dün izlediğim "kim milyoner olmak ister" yarışma programında Kenan Işık'ın söylediğinden de etkilendim. "Dünyanın geleceğine dair kararların altında siyasetçilerin değilde, sanatçıların imzası olsaydı hayat bambaşka olurdu". Ülkemizde sanata ve sanatçıya çok önem verilmiyor. Yazarların ve şairlerin çoğu hapse giriyor. Bu demek oluyorki bazı insanlar gerçeklerden rahatsız oluyor.

"Bilgi sahibi olmanın yolu sözle; sanat bellemenin yolu ise işledir" Atatürk'ün bu sözünde de dediği gibi araştırmacı olmak, işi ustasından öğrenmek gerekiyor. Ustalar yok oldukça kolu çolak, ayağı sakat, hastalıklı ve alil bir toplum olmaya devam ederiz.

Böyle bir dünyada yaşamak; ayaklarının üzerinde durmak, kişiliğini kaybetmeden onurlu bir şekilde hayatını devam ettirmek, ahlaklı olabilmek, hakkı-hukuku bilmek, bilgiyi doğru kaynaktan öğrenebilmek, kendi kararlarımızı verebilmek, kimsenin kuklası olmamak  gerekir. Geçmişimizden ders alıp aynı hataları tekrar etmeden daima ileriye yürümemiz şart.

İşte oğul; bu dünya böyle. Yanında ama uzak, büyürken fedekar, kararlarında yol gösterici ama engel değil, başarılarında sevinç, seviçlerinde katılımcı, heyecanlarında candan, aşklarında mahsun, yaşlılığımda özlem..       

Hayatın zorlu yollarında hep yanında olabilmek dileği ile.


7 Ekim 2011 Cuma

Mevsimine kapıldığın kişinin bahçesinde açabilmek...

"Küsmek için bahaneler arayacağına, sevmek ve sevilmek için çareler ara" demiş Hz. Mevlana.

Ne güzel demiş büyük düşünür. Küsmek için hep bir bahanemiz var. Aslında sevmek ve sevilmek kadar güzel bir şey yok dünyada. İçimizdeki bu duygular olduğu sürece, oturup konuşmayı öğrenmedikçe küsmeye devam ederiz. Küsmekten nefret ediyorum aslında, kin duymak doğama aykırı ama öyle şeyler oluyor ki hayatın içinde; her şeyden, bütün insanlardan nefret ediyorum, küsüyorum herşeye. Küstükçe kararıyor içim, kömür oluyor içimde tüm sevgim, içtenliğim, fedekarlığım....Küsmek çok cahilce bir davranış geliyor bana, hiç bir faydası olmuyor. Kavga etmek bile daha akıllıca, o sırada düşüncelerini söyleyebiliyorsun, salya sümük ağlıyorsun belki ama en azından derdini ifade ediyorsun. Küsmek herşey bitmiştir anlamına geliyor. O halde küsüyorsan ömür billah konuşmayacaksın, bir araya gelmeyeceksin. Bu mümkün değilsede küsmeyeceksin. Geminin içindeki su değil, altındaki su olacaksın. Küsmek için bahane aramayacaksın, çözüm bulacaksın. Küsmek işin en kolayıdır. Konuşmaktan, kavgadan korkan küser bence. Ağaç dalındaki meyvesi onu aşağıya çekiyor diye küsecekmi  şimdi, tüm meyvelerini bıraksın o zaman teker teker. Yok öyle zor da olsa taşıyacak o meyveleri. Belki dalın ağırlığından yere koyacak başını ama taşıyacak meyvesini. Hayatta iyi günler de oluyor, kötü günlerde, bırakıp gitmek yerine mücadele edeceksin. Küsmek yaşamı geriye alır bence, ilerleyemezsin.

Belki arada bir kendinle kalmak, uzun uzun düşünmek iyi olur ama küsmek asla. Hiçbir şekilde onaylamıyorum küsmeyi, küsüp gitmeyi...Küsmeyi huy edinenlere de çok kızıyorum, kabul edemiyorum.

Üzüm olgunlaşmadığında suyu acıdır, olgunlaştığında tadı bal olur. O zaman olgunlaşmasını beklerim, sabırla beklerim. "Sabır genişliğin anahtarıdır" demiş yine büyük düşünür Hz. Mevlana.

Eğer küseceksem Efe gibi küsmeliyim. Mesela istediği bir şeyi yapmadım, itiraz ettim. Çok sinirleniyor, kendince kızıyor bana, söyleniyor. "Seni sevmeyeceğim bir daha" diyor. "Küsüyorum işte" diyor. Suratı ekşiyor, yüzü düşüyor... Ama yaptığım ilk güzel şeyde mutlu oluyor, hiçbir şey olmamış gibi neşesi yerine geliyor. Biraz önceki olayı çoktaaaaan unutmuş oluyor. Hakikaten bilmenin de bulmanın da alameti “gönül vermek”tir. Gönül vermek; aşkla sevmek, hesapsız bağlanmak, tereddütsüz teslim olmaktır. Bir çocuk masumluğuyla ...

Her zaman mümkün olmuyor işte... İçimdeki çocuğu küstürüyorlar. 

Mutluluk benimle, elem yok olsun...

Barış dolu günlerime...
 

Ve yeniden yorumlamaktır hayatı her yeni günde...




Sevmek dokunmaktır
İnsana, eşyaya, dokuya, ruha...
Minik bir dokunuşla hissetmektir hayatı, kendince...
Sevmek sarılmaktır, bazen sarınmaktır.
Özendir, inceliktir, zarafettir...
İlmek ilmek el emeği, göz nurudur.
Kendi kanatlarıyla uçmaya hazırlanan güvercin heyecanıyla
Bir genç kız saflığında, tatlı bir düş,
Ve onun çeyiz sandığından çıkan nadide bir parçadır kimi zaman;
Kullanmaya kıyılamayan...
Üzerinden yıllar geçse de bazen;
Eskimeyen, değerini yitirmeyen bir an, yüreklerde bir iz.
Düşündüğünüzde yüzünüze yayılan tatlı bir tebessümdür sevmek.
Ve sevmek, eskimesine izin vermeden,
Her sabah tatlı bir heyecanla uyanmak,
Hergün yeniden başlamaktır ilk günmüş gibi,
Ve yeniden yorumlamaktır hayatı her yeni günde...
Zevkli, özenli, ince bir dokunuşla...


Her yeni gün yeni bir başlangıçtır, temiz bir sayfadır. Oğlumda her yeni günde farklı bir yorum katıyor hayatıma. O'nunla birlikte yeniden öğreniyorum hayatı, tadını çıkarıyorum doyasıya. Geçen gün okulda sarelleli bisküvi vermişler, aman allahım nasıl mutlu olmuş anlatamam. Küçücük şeylerden tekrar mutlu olmayı öğreniyorum, eskiden olduğu gibi. Yenileniyor hayatım her gün yeniden. "Çok heyecanlıyım okula gittiğim için annecim" demesiyle başlıyorum yeni bir güne. "Çok bekletme seni annecim" demesiye akşam ediyorum içimdeki sevgiyle. Kucağımda bütün günün yorgunluğuyla dalmasını izliyorum hayranlıkla... 

Sevmek içimizde daima...